Pi BLOG

Oyun Sistemine Nörobilimsel Bir Bakış:

Her Yaşta Oyunun Gücü ve Terapötik Kullanımı

Oyun Neden Bu Kadar Temel Bir İhtiyaçtır?

Oyun, gelişimsel süreçlerin yalnızca bir evresi değil, insan olmanın en temel yönlerinden biridir. Çoğunlukla çocuklukla ilişkilendirilse de oyun, yaşam boyu zihinsel esnekliğimizi, duygusal regülasyonumuzu ve sosyal bağlarımızı şekillendirmeye devam eder. Terapi odasında ise oyun, danışanın kendiliğini ifade ettiği, ilişkisel şemalarını deneyimlediği ve içsel çatışmalarını dışsallaştırabildiği eşsiz bir alandır. Bu nedenle terapistlerin hem kendi oyun sistemleriyle temas kurmaları, hem de danışanlarının oyun sistemini tanıyıp aktif hale getirmeleri terapi sürecinin kalitesini artırır.

Afektif Nörobilime Bakış: Yedi Duygusal Komuta Sistemi

Duygular sadece zihinsel deneyimler değil, aynı zamanda bedensel, nörolojik ve ilişkisel süreçlerin birleşimidir. Afektif nörobilimin öncüsü Jaak Panksepp, beynin evrimsel katmanları içinde yerleşik ve doğuştan gelen yedi temel duygusal sistem tanımlamıştır. Bu sistemler, özellikle memelilerde benzer şekilde çalışır ve sosyal bağ, öğrenme, güvenlik gibi temel yaşamsal ihtiyaçların düzenlenmesinde önemli rol oynar. Bu sistemleri anlamak, terapiste danışanın duygusal çekirdeğini anlama fırsatı sunar.

1. Merak ve Arayış Sistemi (SEEKING)

Merak, keşfetme, öğrenme ve motivasyonla ilgilidir. Bu sistem aktive olduğunda birey dış dünyayla etkileşime geçer, yeni şeyler denemeye hevesli olur. Dopamin temelli bir sistemdir ve öğrenme sürecinin temelini oluşturur. Depresyon gibi durumlarda bu sistemin baskılandığını görürüz: kişi hayata karşı ilgisini kaybeder. Terapide bu sistemi canlandırmak, danışanın yaşamla yeniden bağ kurmasına yardımcı olabilir.

2. Oyun ve Neşe Sistemi (PLAY)

Sosyal oyun, esneklik, mizah, spontane davranışlar bu sistemle ilgilidir. Oyun sadece eğlence değildir; sosyal rollerin öğrenildiği, sınırların denendiği ve duyguların ifade edildiği bir alandır. Oyun sırasında hem duygusal regülasyon sağlanır hem de güvenli bağlanma desteklenir. Terapötik ilişkide mizahın, yaratıcı tekniklerin veya metafor kullanımının bu sistemi aktive ettiği görülür.

3. Sevgi ve Bakım Sistemi (CARE)

Besleme, koruma, bakım verme gibi davranışları düzenler. Özellikle ebeveynlik davranışlarında aktiftir. Oksitosin gibi bağ kurmayı destekleyen nörokimyasallar bu sistemle ilişkilidir. Terapötik ortamda danışanın bu sistemle temasa geçmesi, kendine şefkat geliştirmesi açısından önemlidir.

4. Korku ve Kaygı Sistemi (FEAR)

Hayatta kalmayı sağlamak için tehdit algılandığında devreye girer. Kaçma, donma, saklanma gibi davranışları tetikler. Aşırı aktive olduğunda anksiyete bozuklukları gibi sorunlara neden olabilir. Terapist, bu sistemin tetiklenip tetiklenmediğini bedensel belirtiler, ses tonu ve ilişkisel ipuçları üzerinden anlayabilir.

5. Öfke ve Hiddet Sistemi (RAGE)

Engellenme, tehdit ya da saldırıya karşı verilen karşı koyma yanıtıdır. Savunma, sınır koyma ve alan koruma gibi işlevleri vardır. Uygun ifade edilmediğinde hem bireysel hem ilişkisel sorunlara yol açabilir. Terapide öfkenin ifadesi genellikle zorlayıcı olsa da, bu sistemin bastırılması danışanın canlılığını da engelleyebilir.

6. Ayrılık/Yas Sistemi (PANIC/GRIEF)

Bağlı olunan bir figürün kaybı ya da ayrılığı durumunda aktive olur. Yalnızlık, çaresizlik, terk edilme hissi bu sistemle ilişkilidir. Erken dönem bağlanma travmaları bu sistemin aşırı duyarlı hale gelmesine neden olabilir. Terapide bu sistemin tanınması, derin yas süreçlerinin işlenmesi açısından kritik olabilir.

7. Cinsel Arzu Sistemi (LUST)

Bu birincil duygu, amigdala ve hipotalamusta üretilir. Memeliler şehvetin etkisi altındayken kur yapma davranışları sergilerler ve sonunda çiftleşme davranışlarıyla sonuçlanmaya çalışırlar. Bu duygunun yarattığı gerilim, tatmin sağlanamadığında olumsuz bir hâl alabilir! Cinsel çekim, cinsel dürtüler ve cinsel kimlik gelişimi gibi konular bu sistemin içindedir. Diğer sistemlerden daha çok hormonel ve biyolojik etkilerle şekillenir. Terapide bu sisteme temas etmek bazen tabu olarak görülse de, bireyin kendilik ifadesinin bir parçasıdır.

Bu sistemler hem kendi başlarına hem de birbirleriyle etkileşim içinde çalışır. Örneğin, bir çocuk oyun sistemiyle sosyal beceriler geliştirirken, aynı anda bakım sistemiyle bağlanma becerisi pekişir. Ya da bir yetişkinin öfkesinin altında aslında ayrılık acısı yatıyor olabilir.

Terapötik Süreçte Oyun Sisteminin Değeri

Oyun sistemi, özellikle çocuklarda olduğu kadar yetişkinlerde de terapötik açıdan değerlidir. Çocuklar oyunla dünyayı anlamlandırır, kaygılarını düzenler, ilişki kurmayı öğrenir. Ancak yetişkinler de oyun aracılığıyla risk alabilir, kontrolü bırakabilir, yaratıcı çözümler üretebilirler. Terapötik ilişki, danışanın bu oyun alanını güvenli bir şekilde deneyimleyebildiği nadir yerlerden biridir. Oyun sırasında beyinde sinaptik bağlantılar güçlenir, birey “tehdit altında olmadığı” bilgisini bedensel olarak kaydeder. Oyun, nörolojik olarak güvenlik ve öğrenme halini aynı anda besleyen nadir alanlardan biridir.

Terapist olarak danışanın oyun sistemini gözlemlemek, onun ne zaman spontanlaştığı, ne zaman kontrolü bırakabildiğini, mizahı kullanabildiğini ya da metaforlar aracılığıyla ifadeye geçtiğini fark etmeyi gerektirir. Aynı zamanda terapist, kendi oyun sistemini de devreye sokarak süreci daha canlı, esnek ve güvenli hale getirebilir. Bu da daha derin bir bağ, daha açık bir iletişim ve daha etkili bir değişim anlamına gelir. Terapötik ilişki, danışanın oyun sistemini yeniden canlandırabileceği güvenli bir alan haline geldiğinde, içsel esneklik artar. Travmanın, katılaşmış başa çıkma mekanizmalarının veya düşük yaşam enerjisinin yerini; daha canlı, yaratıcı ve bağlantılı bir iç dünya alabilir. Bu da terapiyi sadece “anlama” düzeyinde değil, duygusal sistemleri dönüştüren bir deneyim haline getirir.

Terapistin oyun sistemiyle bağlantısı kopuksa, danışanın oyun sistemine alan açması da zorlaşır. Bu nedenle terapist olarak kendi içsel mizahına, yaratıcılığına ve spontane yanına temas etmek önemlidir. Süpervizyonlarda oyunlaştırılmış yaklaşımlar, yaratıcı yazım, hayal gücüyle yapılan teknikler gibi yöntemler, terapistin içsel oyun sistemini canlı tutmasına yardımcı olabilir.

Oyun sisteminin aktive olduğunu gösteren bazı ipuçları:

- Spontane davranışlar: Planlanmamış bir gülümseme, beklenmedik bir mimik, ani bir hikâye anlatımı.

- Metafor kullanımı: Danışanın olayları hikâyeleştirmesi, yaratıcı dil kurması.

- Mizah: Kendiyle ya da durumla ilgili mizahi bir bakış geliştirmesi.

- Bedensel gevşeme: Oyun sisteminin aktive olması, genellikle vagus sinirini de etkileyerek bedensel rahatlama getirir.

- Merak ve keşif hali: “Ya şöyle olsaydı?”, “Peki bunu denesek?” gibi yeni olasılıklara açıklık.

Oyun Sistemini Canlandırmak için Öneriler

1. Yaratıcı Teknikler Kullanmak: Kuklalar, figürler, kartlar gibi somut nesnelerle. Boş sandalye tekniği gibi deneyimsel müdahaleler. Hayali senaryolar kurmak: “Diyelim ki bu olay bir film sahnesi… Sen kimin yerinde olurdun?” gibi.

2. Metafor ve Hikâye Kullanımı: Bu ifade şekli için danışanın yaşadığı durumu hikâyeleştirerek anlatması istenir ve bu sırada terapist de metaforik bir dil kullanarak danışana model olur. Böylece danışan da travmatik deneyimleri doğrudan yerine sembolik yollarla ifade etme imkânı elde eder.

3. Mizah ve Absürtlükle Çalışmak: Terapistin yerinde, duyarlı mizah kullanımı danışanın katı savunmalarını gevşetebilir. Absürt ya da uçuk kaçık fikirlerle oynamak, danışanın esneklik kapasitesini gösterip geliştirebilir.

4. Bedeni Dahil Etmek: Dans, ritim, hareket çalışmaları (özellikle bedenle teması zayıf danışanlarda) temel örnekleridir. Sandalyeye farklı oturma şekilleri, terapötik oyunlar ya da çizim gibi bedensel uyarıcılar da kullanılabilir.

5. Danışanın Oyun Sistemine Tanıklık Etmek: Oyun sistemini sadece teşvik etmek değil, onun ortaya çıktığı anlara saygı göstermek ve bu anların değerli olduğunu danışana hissettirmek de bir o kadar önemlidir. "Şimdi bir şey oldu, orada bir neşe gördüm. Ne oldu sence?" gibi geri bildirimlerle oyun anlarını fark ettirmek gibi.

Kaynaklar:

1. Gregory, G., & Kaufeldt, M. (2015). The motivated brain: Improving student engagement, attention, and perseverance. ASCD.

2. Özkarar-Gradwohl, F. G., Panksepp, J., İçöz, F. J., Çetinkaya, H., Köksal, F., Davis, K. L., & Scherler, H. N. (2014). The influence of culture on basic affective systems: The comparison of Turkish and American norms on the affective neuroscience personality scales. Culture and Brain, 2(2), 173–192.

3. Panksepp, J. (2004). Affective neuroscience: The foundations of human and animal emotions (2nd ed.). Oxford University Press.

4. Saraçlı, Ö., Atasoy, N., & Karaahmet, E. (2012). Yakın ilişkilerin nörobiyolojisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar - Current Approaches in Psychiatry, 4(4), 414–427. https://doi.org/10.5455/cap.20120425


Bu yazı Uzm. Psk. Merve Ağırbaşlı tarafından hazırlanmıştır ve tüm hakları saklıdır. Her türlü soru görüş ve önerileriniz için: merve@psikolojistanbul.com