Pi BLOG

Terapist (A)politik mi Olmalı?

Eğitim süresi boyunca etik derslerinde sıkça karşımıza çıkan temel ilkelerden biri şudur: Terapist, duygusal olarak tarafsız kalmalı; kendini tamamen açmadan, danışanın ihtiyaçlarına duyarlı bir şekilde geçirgen bir duruş sergilemelidir. Bu sayede danışan, herhangi bir baskı ya da mesafe hissi yaşamadan kendini özgürce ifade edebilir. Bu, terapötik sürecin sağlıklı işlemesi açısından oldukça önemlidir. Çünkü terapi yalnızca bireysel çatışmaların çözümlendiği bir alan değildir. Aynı zamanda bireyin taşıdığı toplumsal kimliklerin, inançların ve değerlerin de görünür hâle geldiği bir süreçtir. Bu bağlamda terapistin toplumsal olaylara, politik meselelere ya da ideolojilere karşı nasıl bir konum aldığı önemli bir tartışma konusudur. Özellikle “Terapist apolitik mi olmalı?” sorusu, hem etik hem de mesleki sınırlar açısından dikkatlice ele alınması gereken ve özellikle üzerine düşünülmesi gerekilen bir konu olarak karşımıza çıkıyor. 

Apolitiklik: Tarafsızlık mı, Görünmez Bir İdeoloji mi?

Apolitik olmak genellikle "herkese eşit mesafede durmak" şeklinde yorumlanır. Terapi sürecinde bu tutum, danışanın kendi değerlerini özgürce keşfetmesini kolaylaştırabilir. Ama bu tarafsızlık ne kadar gerçek? Terapistler de toplumun birer üyesi olarak belirli sosyal, politik ve kültürel etkiler altında yetişirler. Dolayısıyla “hiçbir politik görüşe sahip olmamak” çoğu zaman gerçekçi bir beklenti değildir. Tam tersine, bu görünürdeki tarafsızlık, aslında içselleştirilmiş ve görünmez bir ideolojik duruşa dönüşebilir. Hooks (1994), eğitimin ve iyileşme süreçlerinin asla apolitik olamayacağını; her zaman bir güç ilişkisi içerdiğini savunur. Terapist de benzer şekilde, farkında olmadan sistemsel ideolojilerin taşıyıcısı olabilir. Bu nedenle politik farkındalık, terapistin önyargılarından sıyrılabilmesi için gereklidir.

Danışanın Gerçekliği: Politik Kimliksizlik Terapide Mümkün mü?

Terapötik ilişki doğası gereği bir güç dengesizliği taşır. Terapist uzman konumundadır ve bu, danışan üzerinde etkili olabilir. Bu nedenle terapistin kendi politik görüşlerini danışana dayatmaması etik bir zorunluluktur. Ancak terapistler, bazı danışanların terapiye doğrudan politik baskıların, toplumsal dışlanmanın veya sistematik ayrımcılığın yarattığı yüklerle geldiklerini de unutmamalıdır.

Bir kadının ataerkil sistemle mücadelesi, bir mültecinin göçmenlik deneyimi ya da bir LGBTİ+ bireyin ayrımcılık yaşantısı; kişisel olduğu kadar politiktir de. Bu bağlamda, terapistin "politik konulara girmem" tutumu, danışanın deneyimini görünmez kılmak ya da inkâr etmek anlamına gelebilir. Danışanın yaşantısını yalnızca bireysel düzeyde ele almak, onun sosyal kimliğini ve maruz kaldığı yapısal baskıları göz ardı etmek anlamına gelir. Oysa gerçeklik çoğu zaman politiktir.

Politik Farkındalığın Bir Uzantısı Olarak Kültürel Duyarlılık

Terapistin politik farkındalığı, yalnızca ideolojik bir bilinç değil; aynı zamanda kültürel çeşitliliğe karşı duyarlı bir bakış açısıdır. Sue ve Sue (2012), kültürel duyarlılığın danışanla güven temelli ilişki kurmanın anahtarı olduğunu belirtir. Farklı etnik, dini, cinsel ya da sınıfsal arka planlara sahip danışanlarla çalışırken, terapistin kendi sosyal konumunu göz önünde bulundurması, mikroagresyonları tanıyabilmesi ve kapsayıcı bir dil kullanabilmesi kritik önemdedir.

Terapistin politik farkındalık düzeyi, çoğunlukla içinde bulunduğu ekol ve kuramsal yaklaşımıyla da ilişkilidir. Örneğin, psikodinamik yaklaşım içsel çatışmalara yoğunlaşırken, feminist terapi ve “Kurtuluş Psikolojisi (liberation psychology)”** sistemsel eşitsizlikleri doğrudan ele alır. Sistemik yaklaşımlar ise bireyin sosyal ilişkiler ağını merkeze alarak, kişisel sorunları toplumsal bağlamda yorumlar.

**Kurtuluş Psikolojisi, bireyin yaşadığı psikolojik sorunların kökeninde sistematik eşitsizliklerin ve baskı yapıların bulunduğunu vurgular (Comas-Díaz, 2016). Bireyler ve gruplar üzerindeki baskıyı anlamaya ve ele almaya yönelik özgürleştirici bir yaklaşım sunarak, geleneksel Batı temelli psikolojiyi sorgular (Comas-Díaz ve Torres Rivera, 2020). Bu yaklaşım terapistin bir “aktivist” olmasını şart koşmaz; ancak toplumsal bağlamı görmezden gelmemesini zorunlu kılar.

Dijital Dünyada Terapist Kimliği

Günümüzde terapistlerin dijital alandaki görünürlükleri, mesleki kimliğin sınırlarını yeniden tanımlamayı gerektiriyor. Sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlar, ister kişisel ister politik içerikte olsun, danışanlar tarafından görülebilir, yorumlanabilir ve hatta içselleştirilebilir. Terapistin bu dijital alandaki görünürlüğü, terapötik ilişkinin dinamiğini etkileyebilir (Kolmes & Taube, 2014). Özellikle terapistin politik kimliği bu mecralarda görünür hâle geldiğinde, danışan ile terapist arasında açıkça konuşulmamış ancak hissedilen bir mesafe oluşabilir.

Dijital dünyada terapistin karşılaştığı bir diğer zorluk da rol karmaşasıdır. Terapist, sosyal medyada hem birey olarak var olmakta hem de profesyonel kimliğini temsil etmektedir. Bu sınırın bulanıklaşması, özellikle sınır koymakta zorlanan danışanlar için kafa karıştırıcı olabilir. Paylaşılan herhangi bir içerik—politik bir yorum, mizahi bir gönderi, kişisel bir fotoğraf—danışan tarafından terapi süreciyle ilişkilendirilebilir (Zur, 2007).

Terapistin dijital ortamda aktif olması etik dışı değildir ama bu alanda da mesleki farkındalık ve sınır bilinci ile hareket etmek gerekir. Ne paylaşılacağı, neyin görünür olacağı ve hangi alanın danışana açık tutulacağı gibi sorular, terapistin etik refleksleriyle yönlendirilmelidir. Çünkü dijital mecralarda sergilenen sessizlik ya da görünürlük de tıpkı terapi odasında olduğu gibi bir anlam taşır. 

Bu durum, terapötik sınırların sadece fiziksel veya sözlü düzlemde değil, aynı zamanda dijital ortamda da yeniden düşünülmesini zorunlu kılar. Örneğin, bir danışan terapistinin hiçbir toplumsal olaya dair paylaşımda bulunmadığını gördüğünde bunu "duyarsızlık" olarak yorumlayabilir ve bu tür sessizlikler, güven ilişkisinde çatlak yaratabilir. Bu bağlamda, dijital sessizlik bazen pasif bir taraf tutma biçimi olarak da algılanabilir (Comas-Díaz, 2016).

Sonuç olarak, terapistin “apolitik” olması nötr bir duruş gibi görünse de, danışanın deneyimlerini göz ardı etme riskini taşıyabilir. Terapistin görevi, politikayı terapiye doğrudan taşımak değil; danışanın yaşantısını sosyal bağlamıyla birlikte duyarlı ve etik bir biçimde karşılamaktır. Apolitik kalmak değil, politize etmeden farkında olmak esastır; çünkü her kimlik, bir bağlam taşır ve o bağlam çoğu zaman politiktir. Terapide amaç tarafsız görünmek değil, eşitlikçi bir duyarlılıkla danışanın gerçekliğini tanıyabilmektir. Bu da apolitiklikten çok, etik farkındalık gerektirir.

Kaynaklar:

1. Comas-Díaz, L. (2016). Liberation psychology: Theory, method, practice, and social justice. American Psychologist, 71(8), 878–887.

2. Comas-Díaz, L., & Torres Rivera, E. (Eds.). (2020). Liberation psychology: Theory, method, practice, and social justice. American Psychological Association. https://doi.org/10.1037/0000198-000

3. Hooks, B. (1994). Teaching to transgress: Education as the practice of freedom. Routledge.

4. Kolmes, K., & Taube, D. O. (2014). Seeking and finding our clients on the internet: Boundary considerations in cyberspace. Professional Psychology: Research and Practice, 45(1), 3–10. https://doi.org/10.1037/a0035001

5. Sue, D. W., & Sue, D. (2012). Counseling the culturally diverse: Theory and practice (6th ed.). Wiley.

6. Zur, O. (2007). Boundaries in psychotherapy: Ethical and clinical explorations. American Psychological Association. https://doi.org/10.1037/11565-000


Bu yazı Uzm. Psk. Merve Ağırbaşlı tarafından hazırlanmıştır ve tüm hakları saklıdır. Her türlü soru görüş ve önerileriniz için: merve@psikolojistanbul.com