Pi BLOG

Erkeklerin Ruh Sağlığı

Toplumların yüzyıllardır inşa ettiği “erkeklik” anlayışı, bireyin cinsiyet kimliğinden çok daha fazlasını belirler hâle gelmiştir. Bu anlayış, erkeklere biçilen rollerle birlikte, onların duygularını ifade etme biçimlerinden yardım isteme şekillerine, hatta kendilerini algılayışlarına kadar pek çok alanı etkiler. Erkeklerin ruh sağlığı söz konusu olduğunda, en büyük zorluklardan biri, bu kalıplaşmış erkeklik rollerinin sessiz bir bariyer gibi yardım arayışlarının önünde durmasıdır. Psikolojik destek alma fikri, pek çok erkek için “zayıflık”, “kontrol kaybı” ya da “baş edememe” anlamına gelebilir. Oysa bu, yalnızca bireysel bir direnç değil, kültürel olarak içselleştirilmiş bir savunma biçimidir.

Yapılan araştırmalar sonucunda mental sağlık açısından en çok zorlandıkları konuların toplumsal beklentiler, erkeklik normları ve duygusal ifade biçimleriyle doğrudan ilişkili oldukları ortaya çıkmıştır. Geleneksel erkeklik anlayışları, erkeklerin güçlü, dayanıklı, duygularını göstermeyen bireyler olmalarını beklemektedir. Sonuç olarak bu beklenti, erkeklerin yaşadıkları duygusal zorlukları dile getirmelerini, yardım aramalarını veya kırılganlık göstermelerini engeller. Özellikle stres, kaygı, depresyon gibi yaygın mental sağlık sorunları söz konusu olduğunda, erkekler bu duyguları bastırma eğiliminde olabilirler. Bu bastırma hali ise zamanla daha derin psikolojik sorunlara, yalnızlık hissine ve hatta intihar düşüncelerine yol açabilmektedir.

Erkekler, çocukluklarından itibaren “güçlü ol”, “ağlama”, “sorun çıkarma”, “duygularını belli etme” gibi mesajlarla büyürler. Bu mesajlar, zamanla duygusal ifadenin bastırılmasına, içsel ihtiyaçların inkârına ve yalnızlıkla mücadele etme biçimlerinin sınırlanmasına neden olur. Araştırmalar, erkeklerin depresyon, anksiyete ya da travma sonrası stres gibi sorunları daha az tanımladığını; buna karşılık öfke, içe kapanma, alkol-madde kullanımı ya da aşırı çalışma gibi davranışsal tepkilerle bu yükleri ifade ettiğini göstermektedir. Bu da, erkeklerin ruhsal zorlanmalarının çoğu zaman fark edilmeden veya uygun olmayan şekillerde dışa vurmalarına yol açmaktadır.

Toplumun erkeklerden beklediği tutumlar, genellikle sorunları kendi başlarına çözebilen, duygusal olarak kontrol sahibi olmaları yönündedir. Bu nedenle erkekler, zayıflık veya çaresizlik hissi yaşadıklarında bunu açığa vurmakta güçlük çekebilmektedirler. Özellikle aile içinde, iş hayatında ya da sosyal çevrelerinde duygusal ihtiyaçlarını paylaşmak yerine, bu ihtiyaçları gizlemek zorunda hissedebilmektedirler. Bu durum, erkeklerin sosyal destek mekanizmalarından yeterince faydalanamamalarına neden olur ve izolasyon hissini artırır. Aynı zamanda erkeklerin yardım arama davranışları da kadınlara kıyasla daha düşük seviyededir. Toplumda “erkek adam ağlamaz” ya da “çözüm üret, şikayet etme” gibi kalıplaşmış söylemler, erkeklerin mental sağlık ihtiyaçlarını göz ardı etmelerine yol açar.

İş hayatı ve ekonomik baskılar da erkeklerin mental sağlığını olumsuz etkileyen önemli unsurlar arasındadır. Toplumda erkeklerin birincil “ekmek kazanan” olarak görülmesi, onların üzerindeki sorumluluk ve baskıyı artırır. İş kaybı, maddi sıkıntılar veya iş yerinde yaşanan stres, erkeklerde özgüven kaybına, depresyona ve anksiyeteye yol açabilmektedir. Ancak bu sorunlar erkekler tarafından açıkça dile getirilmediği için, çevreleri tarafından fark edilmesi de güçleşmektedir. Bu noktada, iş yerinde mental sağlık konusunda bilinç ve destek mekanizmalarının yetersizliği de sorunların derinleşmesine neden olur.

Bunun yanında, erkeklerin yaşadığı ilişkisel sorunlar da mental sağlık üzerinde ciddi etkiler yaratmaktadır. Duygusal bağ kurma ve yakınlık geliştirme konusunda yaşanan zorluklar, özellikle boşanma, ayrılık veya partnerle yaşanan çatışmalar sonrası erkeklerde yalnızlık, çaresizlik ve depresyonu tetikleyebilmektedir. Erkeklerin sosyal ilişkilerde duygu paylaşımının sınırlı olması, duygusal destek bulma süreçlerini zorlaştırır. Arkadaşlıkların genellikle ortak aktiviteler üzerine kurulması, derin duygusal paylaşımların sınırlı kalmasına neden olur. Bu da kriz dönemlerinde erkeklerin destek alamamalarına ve kendilerini yalnız hissetmelerine yol açar.

Psikologlar için erkek danışanlarla çalışmak, bu kültürel arka planın ve toplumsal beklentilerin göz önünde bulundurulmasını gerektirmektedir. Erkeklerin terapiye karşı dirençli davranmalarını “isteksizlik” ya da “motivasyon eksikliği” olarak değil, toplumsal normlara uyum sağlama çabasının doğal bir yansıması olarak okumak, terapötik ittifak üzerinde olumlu bir etki yaratabilmektedir. Bu nedenle terapötik ilişkinin temelinde, yargılayıcı olmayan ve kapsayıcı bir yaklaşımın yer almasına gayret göstermek önemlidir. Bunu başarmak için ise terapist, danışanın duygusal ifadeye dair geçmiş deneyimlerini anlamaya çalışmalı, güvenli ve kontrollü biçimde duyguya alan açmasına yardımcı olmalıdır. 

Terapi sürecinde hangi yaklaşım kullanılırsa kullanılsın, terapistin ilk görevi danışanın kendisini tehdit altında hissetmeden açılabileceği bir ilişki iklimi kurmaktır. Duygularla çalışmak, birçok erkek için ilk başta tanıdık olmayan, hatta rahatsız edici bir deneyim olabilir. Kültürel olarak erkek çocukların duygularını bastırmaları ve sert olmaları öğretilir. Bu durum, erkeklerin kendi iç dünyalarını anlamalarını ve duygularını fark etmelerini zorlaştırır. Dolayısıyla, depresyon veya anksiyete gibi rahatsızlıklar, bazen somatik şikayetler veya agresif davranışlar şeklinde ortaya çıkar. Erkekler, yaşadıkları psikolojik sıkıntıları sözel olarak ifade etmek yerine, çoğunlukla öfke, sinirlilik veya riskli davranışlarla dışa vurabilir. Bu da tanı koymayı ve uygun müdahaleyi zorlaştırır. Bu yüzden terapi, sadece “sorun çözme” değil, aynı zamanda “duygusal beceri geliştirme” süreci olarak da görülmelidir. Duyguları tanımak, adlandırmak ve ifade edebilmek, birçok erkek danışan için terapide öğrenilmesi gereken becerilerdir.

Bir diğer önemli nokta ise, erkeklerin yardım isteme biçimlerinin çoğu zaman dolaylı olmasıdır. Verilere göre pek çok erkek, psikolojik destek için değil; işlevselliğini kaybettiği, ilişkilerinde sorun yaşadığı ya da fiziksel şikâyetler yoğunlaştığı için terapiye başvurur. Bu noktada terapistin, ilk başvuru nedeninin ardındaki duygusal yükü fark etmesi ve danışanı yavaş yavaş içsel dünyasına yönlendirmesi önem taşımaktadır. Terapide yalnızca “problem çözmek” değil, erkeklerin kendileriyle yeniden bağ kurmalarını sağlamak hedeflenmelidir.

Erkek danışanlarla çalışırken, onların kimliklerine, inanç sistemlerine, toplumsal konumlarına duyarlı olmak büyük önem taşımaktadır. Tek tip erkeklik anlayışını kırmaya yardımcı olmak, danışanın kendine özgü erkeklik tanımını oluşturmasına alan açmak da terapötik sürecin bir parçası olabilir. Bu bağlamda terapide toplumsal cinsiyet rollerinin esnetilmesi, duygusal farkındalık ve ifade becerilerinin artırılması terapi sürecine oldukça olumlu şekilde yansıyacaktır. 

Toplumsal olarak erkeklerin ruhsal sağlıklarına dair farkındalığı artırmak ve destek sağlamak için yapılabileceklerden bazıları,  erkeklerin duygusal deneyimlerini kabul etmelerini ve paylaşmalarını teşvik etmek, yardım aramanın zayıflık değil güç göstergesi olduğu bilincinin yaygınlaştırmak, psikolojik destek mekanizmalarına erişimlerini kolaylaştırmak ve kendilerini ifade edebilecekleri güvenli ortamlar yaratmaktır. Ancak böylelikle erkeklerin mental sağlık sorunları erken dönemde fark edilip müdahale edilebiliecek, toplumda bu alanda var olan tabular ve ön yargılar yıkılabilecektir.

Sonuç olarak, erkeklerin ruh sağlığı konusu, hâlâ görünmeyen bir toplumsal mesele olarak karşımızda durmaktadır. Psikologların, erkek danışanlarının sessiz yüklerini anlayan, onları duygularıyla buluşturan ve yardım istemeyi bir zayıflık değil, cesaret olarak yeniden tanımlayan bir yaklaşım benimsemeleri bu nedenle büyük önem taşımaktadır. Çünkü birçok erkek, terapide ilk kez gerçekten duyulmakta ve ilk kez kendine karşı dürüst olabilmektedir. Bu sürecin kıymetini bilen bir terapist, sadece bireysel iyileşmeye değil, toplumsal dönüşüme de katkı sunacaktır.

Bu yazı Zeynep Koçlu tarafından hazırlanmıştır ve tüm hakları saklıdır. Her türlü soru görüş ve önerileriniz için: zeynepkoclu@psikolojistanbul.com