Pi BLOG

Oyun: Yaşam Boyu Bir İyilik Hali

Günlük yaşamın temposu içinde yetişkinler çoğu zaman oyunla olan doğal bağlarını yitirirler. Oyun, çocuklukla ilişkilendirilen, "büyüyünce bırakılan" bir etkinlik olarak görülür. Ancak oyun, sadece çocuklara özgü değil; aynı zamanda yetişkinlerin de duygusal, sosyal ve zihinsel iyilik hallerini destekleyen temel bir ihtiyaçtır. Özellikle ebeveynlik gibi yüksek sorumluluk ve duygusal emek gerektiren bir yaşam rolünde, oyunun iyileştirici ve dönüştürücü gücü göz ardı edilmemelidir. Oyun; bağ kurmanın, duyguları düzenlemenin ve yaşamı anlamlandırmanın en doğal yollarından biridir.

Çocukların oyun yoluyla dünyayı nasıl keşfettiklerini, duygularını nasıl ifade ettiklerini gözlemlediğimizde, aslında onların yaşamsal bir beceriyi sergilediklerini fark ederiz. Oyun, çocuklar için bir ifade alanıdır. Henüz sözcüklerle anlatamadıkları içsel dünyalarını, oyun yoluyla dışa vururlar. Kaygılar, korkular, arzular ve çözülememiş duygular; bazen bir oyuncak ayı, bazen bir inşa oyunu, bazen de hayali bir karakter üzerinden dile gelir. Rol yapma oyunları, çocukların yaşadıkları olayları yeniden kurgulamalarına ve bu olaylara anlam kazandırmalarına yardımcı olur.

Nörobilimsel araştırmalar, oyunun beyindeki ödül ve sosyal bağ sistemlerini aktive ettiğini, kortizol düzeylerini düşürerek stresle baş etmeye katkı sağladığını göstermektedir. Oyun sırasında artan dopamin ve oksitosin gibi nörotransmitterler, yalnızca çocukların değil, yetişkinlerin de daha mutlu, bağlantılı ve yaratıcı hissetmelerine yardımcı olur. Bu noktada Lawrence Cohen’in “Oyuncu Ebeveynlik” yaklaşımı, oyunun yalnızca çocuk gelişimindeki rolünü değil, aynı zamanda ebeveynlik sürecinde nasıl bir köprü işlevi gördüğünü anlamamız için güçlü bir çerçeve sunar. Cohen’e göre çocukla oyun oynamak, sadece onunla vakit geçirmek değil, onun duygu dünyasına yargısızca eşlik etmektir. Çocuğunuz sizi oyuna davet ettiğinde aslında “Beni anlar mısın?” diye sormaktadır. Bu davete karşılık vermek, çocuğunuzla aranızdaki güvenli bağı derinleştirir. Oyunun “şaka” gibi görünen dili, aslında en ciddi duyguları taşıyabilir.

Ancak burada önemli bir dönüşüm çağrısı yatmaktadır: Oyun sadece çocuğa eşlik etmek için değil, yetişkinin kendine de yaklaşması için bir yoldur. Yetişkinler için oyun; anda kalmayı, esnek olmayı, denemeyi, hata yapmayı ve yeniden başlamayı hatırlatır. Oyun, zihinsel yükleri hafifletir, ilişkilerde samimiyeti artırır, yaratıcılığı tetikler; bir yandan da performans baskısından uzak bir "olma" halini mümkün kılar. Günümüzde yetişkinlerin çoğu, üretkenlik, başarı ve sorumluluk gibi kavramlarla tanımlanan bir hayat sürmektedir. Bu da beraberinde tükenmişlik, kaygı, duygusal kopukluk gibi zorlukları getirir. İşte bu noktada oyun, ruhsal dengenin yeniden kurulmasına yardımcı olur.

Yetişkinlikte oyun oynamak; illa ki masa başında çocukla oyuncak paylaşmak demek değildir. Mizah duygusunu canlı tutmak, birlikte kahkahalarla gülmek, yaratıcı üretimlerde bulunmak, doğada spontane bir yürüyüşe çıkmak, dans etmek, taklit yapmak ya da hayal kurmak... Bunların hepsi oyunun yetişkin dilindeki versiyonlarıdır. Önemli olan, zihinsel engelleri bir kenara bırakıp hayata "ciddiyetsiz bir ciddiyet"le yaklaşabilmektir.

İşte bu konuda size yardımcı olabilecek birkaç öneri:

1. Çocuğunuzla sadece “eğitici” oyunlar oynamayın. Onun dünyasına katılın.

Birçok ebeveyn, oyun zamanını çocuğa bir şeyler öğretmek için bir fırsat olarak görür. Ancak oyun, en güçlü etkisini “hedefsiz” olduğunda gösterir. Çocuğunuz bir tahta kaşığı bir roket olarak tanımladığında, ona “öyle değil” demek yerine bu hayali dünyaya eşlik edin. Onun kurduğu oyunun bir parçası olmak, çocuğunuzun duygusal olarak “görülmüş” hissetmesine yardımcı olur. Bu, güvenli bağın temelidir.

2. Kendi oyun dilinizi keşfedin. Yetişkinler için oyun, sadece çocuklarla oynanan kukla oyunlarından ibaret değildir. Kimisi için bu bir kelime oyunu olabilir, kimisi için doğa yürüyüşünde rastgele bir taş koleksiyonu yapmak ya da yeni tatlar denemek olabilir. Önemli olan, sizi zihinsel olarak özgürleştiren ve “performans” beklentisinden uzaklaştıran eylemleri keşfetmektir. Hobi gibi görünen birçok etkinlik, aslında ruhun oyun alanlarıdır.

3. Hata yapma izni verin – hem kendinize hem çocuğunuza. Oyun, hata yapmanın serbest olduğu bir alandır. Oyun sırasında başarısızlık, oyunun bir parçasıdır. Bu bakış açısını hayatın geneline yaymak, mükemmeliyetçilikten uzaklaşmanıza ve kendi içsel çocuğunuzla daha şefkatli bir ilişki kurmanıza yardım eder. Yaratıcı süreçlerde (resim yapmak, yazmak, dans etmek) "iyi yapmak" yerine "keyif almak" öncelik haline gelsin.

4. Mizahı bir alışkanlık haline getirin. Gülmek, bedenin ve zihnin doğal stres düzenleyicisidir. Aile içinde birlikte gülmek, ilişkiyi kuvvetlendirir ve duygusal mesafeyi azaltır. Günlük diyaloglara kelime oyunları katmak, birlikte komik videolar izlemek, çocuklarınızla saçma ve yaratıcı hikâyeler uydurmak sadece eğlenceli değil, aynı zamanda bağ kurucu deneyimlerdir.

5. Oyun alanlarını sadece evle sınırlamayın. Parklar, müzeler, doğa yürüyüşleri, kamp alanları, kumsallar… Buralar sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de oyun alanlarıdır. Doğada olmak, zihni gevşetir ve spontanlığı teşvik eder. Oyun alanınızı genişletmek, zihinsel esnekliğinizi de artırır. Bir yürüyüş sırasında taşlardan heykeller yapabilir, beraber rastgele objeleri farklı şeylere dönüştürme oyunu oynayabilirsiniz.

6. Ritüellerinize oyun katın. Günlük görevleri oyunsu hâle getirmek, hem motivasyonu artırır hem de aile içi etkileşimi derinleştirir. Örneğin, ev işlerini birlikte bir müzik eşliğinde yapmak. Bu tarz küçük müdahaleler, rutini keyifli hale getirir.

7. Sosyal oyunları unutmayın. Arkadaşlarınızla oynayacağınız kutu oyunları, yaratıcı atölyeler, doğa etkinlikleri gibi sosyal oyunlar hem aidiyet duygusunu güçlendirir hem de ruhsal olarak destekleyicidir. Sosyal oyunlar, aynı zamanda yetişkin ilişkilerinde de mizahı ve yakınlığı artırır. Gülmek, rekabet etmek, birlikte başarısız olmak, yeniden denemek—bunların hepsi ruhsal esnekliği besler.

8. Hayal gücünüzü harekete geçiren etkinliklere zaman ayırın. Hayal gücü, yetişkinlikte sıklıkla ihmal edilen bir kas gibidir. Ancak oyun, bu kası canlı tutmanın en etkili yoludur. Hikâye uydurun, karalamalar yapın, hayali ülkeler yaratın, kurgusal karakterler geliştirin. Bunlar çocuksu değil, yaratıcı zekânın işaretidir.

9. “Oyunsuzluk suçluluğu”ndan özgürleşin. Kendinizi oyun oynarken “boş zaman harcıyormuş” gibi hissediyorsanız, durup şunu hatırlayın: Oyun, boş zaman değil, ruhun besinidir. Sadece üretken olduğunuzda değil, keyif aldığınızda da değerlisiniz. Oyun sayesinde dinlenmiş, yeniden düzenlenmiş bir zihin, hayatın diğer alanlarında çok daha etkili olur.

Oyun, hem çocukların hem de yetişkinlerin iyilik haliyle doğrudan bağlantılı bir ihtiyaçtır. Oyun sayesinde öğrenir, bağ kurar, duygularımızla temas eder, hafifler ve derinleşiriz. Çocuklardan oyun oynamayı öğrenmek; yaşamla ilişkimizi yeniden gözden geçirmek demektir. Çünkü bazen hayat, en çok oyuna benzediğinde iyileşir.

Oyuna alan açmak; sadece çocuklarımızın değil, kendi içsel çocuğumuzun da yeniden güvenle ortaya çıkmasına izin vermektir. Ve belki de modern yaşamda en çok ihtiyacımız olan şey, oyun oynamayı yeniden ciddiye almaktır.

Bu yazı Zeynep Koçlu tarafından hazırlanmıştır ve tüm hakları saklıdır. Her türlü soru görüş ve önerileriniz için: zeynepkoclu@psikolojistanbul.com