MAKALELER

Prof. Dr. Byron Norton'dan "Çocuklarla İletişim" Semineri


Dr. Byron Norton, Seminer

25 Eylül 2012 Salı günü Türkiye’den ünlü bir oyun terapisti geçti. Oyun terapisinin mucizeler yarattığına defalarca şahit olan bir çocuk merkezli oyun terapisti olarak, Psikoloji İstanbul tarafından düzenlenen, Prof. Dr. Byron Norton’ın “Çocuklarla İletişim” seminerini kaçıramazdım doğrusu.

Ada’yı anaokuldan aldım, yemek saati olmasına rağmen istediği simidi eline tutuşturup (hiç yapmam normalde) Taksim’de babasına teslim ettim. 18:30 -21:30 arası benim zamanım olacaktı… “Hangi oteldesin, yanına gelelim, seni istiyor, çiş vs…” mesajlarına karşın seminerde kalmaya and içtim ve saat 22:00’ye kadar kaldım.

İşte o seminerden notlarım:

* Sizin ebeveynlik yapışınız, sizden sonra gelecek beş nesil üzerinde etkilidir.

Oldukça etkileyici bir girişle başladı Byron Norton ve hepimizden kendimizi en yakın hissettiğimiz ve en az yakın hissettiğimiz anneanne, babaanne, dede örneklerini düşünmemizi istedi. Ve bunun nedenini, kendi hislerimizi düşündürttü. Kendimizi yakın hissettiğimiz büyükanne ya da büyükbabaların özellikleri neydi? Hadi siz de düşünün…

Çoğunluk sevgi dolu olduğu, onun tarafından iyi dinlenildiği, saygı gösterildiği, eğlenceli ve oyun oynayarak zaman geçirdiği, değerli ve onun yanında güvende hissettiği için o büyükanne veya büyükbabasına kendini yakın hissetmişti. Daha otoriter ve uzak olana, söylediklerini önemsemeyene, cezalandırana ise uzak hissetmişti.“İşte siz bu her iki büyükanne veya büyükbabanın karışımısınız, hangisi olarak hatırlanmak istersiniz” diye sordu. Burada anlatmak istediği, bizim ebeveynlik tarzımızın bizden sonraki beş nesil üzerinde etkileri olacağıydı.

* Çocuğum cesur, meraklı, özgüvenli, mutlu ve yaratıcı olsun. Nasıl mı?

Çocuğumuzda olmasını istediğimiz 5 özellik seçmemizi istedi. Benimkiler “Cesur, Meraklı, Özgüvenli, Mutlu ve Yaratıcı” idi. Bu beş özelliğin hergün birinin çocuğumuzun kendisinde olduğunu söyleyerek onu cesaretlendirmenin ve bu özellikleri kendi yaşantımıza dahil ederek ona rol-model olmanın öneminden söz etti.

(Benim düşüncem: Burada aşırıya kaçmamaktan yana. Yani çocuğunuzun yaratıcı, sanatçı ruhlu olmasını istiyorsanız bile, çocuk eğer bu özelliklere sahip değilse, sahip-miş gibi yaparak bunu ona söylemek yerine, çocuğu olduğu gibi kendi özellikleri ve yetenekleri ile kabul etmeyi, gerçekten var olan yeteneklerini öne çıkararak potansiyelini gerçekleştirmesine destek olmayı önemsiyorum. Hepimizin kafasında idealler var, ancak bence çocuklar bizim kafamızdaki ideallere göre değil, kendi doğalarına göre varolmalılar.)

* Ebeveynlerinizin size yaptığından farklı şekilde çocuk büyütmek için mücadele etmek yerine ebeveynlik felsefesine, bir ebeveynlik planına sahip olmak çok daha önemlidir.

(Benim düşüncem: Ebeveynlik mirasımız bizim üzerimizde son derece etkilidir, biz istemesek dahi, tam tersini yapmak istesek dahi, yorgun, stresli, kaynakları tükenmiş bir anımızda mutlaka bilinçaltımızda yer etmiş olan anne babalığımız ortaya çıkacaktır. İşte bunu fark edebilmeyi ve yönetebilmeyi Çocuklarla El Ele Ebeveynlik eğitimimizin ilk haftası olan “Ebeveynlik Mirasımız” bölümünde ele alıyoruz.)

* 6 aylık bir bebek dahi utanç duygusunu hissedebilir, kısa bir süre sonra da suçluluk duygusu gelir. Çocuğun ilk kullandığı dil hislerdir.

(Benim düşüncem: Çocuklar konuşmaya başladıktan ve kendi seçimlerini yapabilecekleri yaşa geldikten sonra bile, anne babalar bebeklikteki alışkanlığı sürdürerek, çoğunlukla onların yerine konuşmaya devam ediyorlar. Arkadaşları ile çocuklarının yanında, sanki onlar duymuyor veya anlamıyorlarmışçasına haklarında konuşabiliyorlar. Çocuklarını beceriksiz, sakar, düzensiz, tembel, akılsız gibi etiketleyebiliyorlar. 6 aylık bir bebek bile anne babasının hislerinden utanç ve suçluluk duygularını yaşayabiliyorsa, düşünün 2 yaşındaki bir çocuk, bunları yaptığımızda neler hissediyordur?)

* 0-18 ayda, annenin çocuğu sakinleştirme ve duygusal olarak besleme rolünün ne denli önemli olduğuna değindi.

Bir bebeğin altı ıslandığında, acıktığında, yorulduğunda mızırdamaya başlaması ve annesi tarafından sakinleştirilmesi, eğer sakinleştirilmezse gerginliğin ajitasyona dönüşmesi, diyelim ki ağlama sesini yükseltmesi ve daha da ihtiyacı karşılanmazsa çocukta agresyona neden olması anlatıldı. Ebeveynlikte çocuğun ihtiyacını anlama ve bunu karşılamanın amaç edinilmesinin ne denli değerli olduğunun altı çizildi.

(Benim düşüncem: Buradan annenin bu süreçte babanın ve diğer yakınlarının ve kaynaklarının desteğine olan ihtiyacı ortaya çıkıyor. Aslında aklın yolu birdir, ebeveynliğin çocuğun ihtiyacını karşılama süreci olduğu birçok kitabın ortak söylemi. Ben de ebeveynin görevinin çocuğunun ihtiyacını anlamak, onu karşılamak, çocuğun ihtiyacını anlayamadığı durumlarda da yanında olup sakinleştirmek, destek olmak olduğunu eğitimlerimde de anlatıyorum. Bu nedenle bir haftamızı “Davranışların Şifresini Çözmek” bölümüne ayırıyoruz. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta; çocuğun ihtiyacının ne olduğuna karar verirken uzun vadeli ihtiyacına bakabilmektir. Çünkü çocuğunuzun ifade ettiği ihtiyacı ile gerçek ihtiyacı aynı şey olmayabilir. Çikolata yemek isteyen bir çocuğun, sağlıklı beslenme ve gelişme ihtiyacı gibi basit bir örnek verebiliriz. Bu ayrımı yapabilmek için farklı hayat tecrübelerimizle biz ebeveynler varız. Bu konuya önümzdeki hafta yayınlayacağım Yankı Yazgan ile yaptığım röportaj da, kendisi geniş yer verdi.)

* Hepimiz büyürken olumsuz mesajlar almışızdır. Bazen tek bir olumlu mesaj yaşamımızı değiştirir.

Byron ailesi tarafından üniversiteye gidene kadar “tembel, beceriksiz, akılsız, yaramaz…” olarak etiketlenmiş. Üniversiteye gittiğinde notları berbatmış ve birgün oda arkadaşı “Senin kadar akıllı birinin notları neden bu kadar düşük?” demiş. Bu an Byron’ın kendi adını ve akıllı sıfatını aynı cümlede duyduğu ilk anmış. Bu andan sonra o arkadaşıyla ders çalışmaya başlamış ve notlarını yükseltmiş, sonunda karşımızda işinin ehli bir profesör var.

(Benim düşüncem: Çocuğumuza karşı yapabileceğimiz en büyük saygısızlık onları etiketlemektir. Bunun en önemli nedeni de ailelerin çocuklarından gelişimlerine uygun olmayan yüksek beklentileridir. Çocuk ailenin beklentilerini yerine getiremeyeceğine ve gerçekten “beceriksiz, tembel, sakar…” olduğuna inanarak buna uygun davranmaya başlar. Kendini doğrulayan kehanet kavramını hiç duymuş muydunuz?)

* Çocuklarınızı büyütmek karşılıklı bir öğrenme sürecidir.

(Benim düşüncem: Bugüne kadar, eğitimlerime katılan anne babalardan, oyun terapisi yaptığım çocuklardan, en çok da kendi kızımdan öğrendim. Öğrenme kesinlikle karşılıklı bir süreçtir ve çocuğunuzdan öğrenebilecek şekilde açık olmanız dünyanızı değiştirebilir.)

* Çocuklarınızla konuşurken ne olmak istiyorlarsa, onu olabileceklerini söyleyin.

(Benim düşüncem: Otuz yaşında kariyerinden farklı bir alanda Ebeveyn koçu olarak çalışmaya başlamış, otuzüç yaşında psikoloji yüksek lisans öğrencisi olmuş benim için Byron’ın bu cümlesini muhteşem anlatan bir kitap var, yaşamımı değiştiren kitap… Malesef Türkçesi yok, olması için uğraşıyorum. Nurture Your Child’s Gift Dr. Caron Goode)

Seminerin ikinci bölümünde ise oyun terapisi videosu eşliğinde bir çocuğun annesiyle ilişkisinin bir oyun terapisi seansında nasıl değiştiğini izledik. Oldukça gergin başlayan anne-çocuk ilişkisi, çocuğun oyun içinde kendi değerini yeniden keşfetmesi ve terapistten gelen geri bildirimlerle annenin de çocuğun oyununun ne anlama geldiğinin farkına varması ile çok daha yakın ve sıcak bir ilişki haline geldi. Oyun seansı çocuğun annesinin boynuna sarılmasıyla ve bizim gözlerimizin nemlenmesiyle son buldu.

Salondan gelen sorulardan ebeveynlerin oynamak konusunda endişeleri olduğunu ve nasıl oynayacaklarını bilmediklerini gözlemledim.

Bu ihtiyacı daha önce de fark ettiğim için “Benimle Oynar Mısın?” eğitimini hazırlamıştım.

Ve bence seminerin en değerli bilgisi bir soruya yanıt verirken geldi…

HERKESİN 3 EBEVEYNİ VARDIR!..

İlk ikisi akla kolay geliyor da, anne ve baba, üçüncüyü hepimiz şöyle bir durup düşündük. İşte Prof. Dr. Byron Norton’ın yanıtı:

Üçüncü ebeveynimiz; anne ve baba arasındaki ilişkidir. Üstelik anne ve babanın birbirine duyduğu saygı için çocuğun hiçbir şey yapma şansı yoktur.

Bunu duyunca bir kez daha inandım, anne ve babanın birbirine saygı duymadığı bir evlilik içinde büyüyen çocukların bir yanı hep yaralı kalıyor. Kurdukları kendi ilişkilerinde de malesef bu üçüncü ebeveynin gölgesi çoğunlukla hissediliyor. Kiminde daha çok, kiminde daha az…

Teşekkürler Prof. Dr. Byron Norton, Carol Norton ( çok yerinde aldığı sözler, sorduğu sorular ve verdiği yanıtlar ile) , Psikoloji İstanbul, Nilüfer Devecigil ve diğer emeği geçenler…

Anneysen.com, Eylül 2012